Başbakan Ahmet Davutoğlu, yerel medya temsilcilerine, "Bütün yayınlarınızda şiddete karşı seferberlik ilan edin. Özellikle kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda yerel medyayı bir seferberliğe çağırıyorum" diye seslendi.
ANADOLU YAYIN PLATFORMU
Davutoğlu, Anadolu Yayın Platformunun JW Marriott Otel'deki toplantısında yaptığı konuşmada, ulusal medya olmanın milli olmak anlamına her zaman gelmeyeceğini belirterek, ölçek olarak ulusal olup da mantık olarak milli olmayan çok medya bulunduğunu söyledi.
MİLLİ VE YEREL OLMAK
Mantık olarak da milli ve yerli olabilmenin önemli olduğunu vurgulayan Davutoğlu, yerel medyayla buluşmaktan büyük bir onur duyduğunu dile getirdi. Başbakan Davutoğlu, "24 ulusal, 17 bölgesel televizyon yanında 204 yerel televizyon, toplamda 245 yerel televizyon olduğu bir ülkede yerelin gücü inkar edilemez. Biz size güveniyoruz. Sizin yerelden kaynaklanan o büyük enerjinize saygı duyuyor, sizlerle birlikte yeni Türkiye'nin inşasında gerçek anlamda bilinçlenmenin olabileceğine inanıyoruz" diye konuştu.
AHKAM KESMEK VURGUSU
Hiçbir fikrin, hiçbir siyasi hareketin, sadece başkentte veya büyük şehirlerde oturarak veya oralardan bütün ülkeyle ilgili ahkam keserek başarıya ulaşamayacağını belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bunun çarpıcı örnekleri var. Hatırlarsanız, Sayın Cumhurbaşkanımızın yasaklı olduğu dönemlerde, 'muhtar bile olamaz' diye manşet atanlar, sonra çok mahcup oldular. Şimdi muhtarlar Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda ağırlanıyor. Fakat hiçbir milli ve yerel medya böyle bir başlık atmamıştı, buna inanmamıştı. Çünkü onlar halka bir aradaydılar. Siyasete, demokrasiye, milli iradeye ne zaman darbe vurulmak istense dışarıdaki bir takım odaklar ile içerideki işbirlikçileri çok geniş bir alanda değişik kamuoyu manipülasyonları yapma gücünü kendilerinde buldular ama maniple edemedikleri tek güç, milletin iradesi ve millet iradesini yansıtmakta hiç tereddüt göstermeyen yerel medya oldu. Onları maniple edemediler. Sizler manipülasyona gelmediniz."
"YERELE ATIF YAPMAYAN HİÇBİR POLİTİKA BAŞARILI OLAMAYACAKTIR"
Ulusal medyada da manipülasyona gelmeyen, milli iradeye saygı gösteren değerli yayın kuruluşları bulunduğunu söyleyen Davutoğlu, şunları kaydetti:"Bu yeni dönemde, yerele ve yerliliğe atıf yapmayan hiçbir politika başarılı olamayacaktır. Andıçlarla, brifinglerle ülkeleri yönetme dönemi bitti. 28 Şubat'ta medya mensupları çağrılıp, Ankara'da 'şunlar şunlar yazılacak, şunlar şunlar kesinlikle yazılmayacak' diye talimat verildiği dönemler oldu. 27 Mayıs darbesinden sonra, 12 Eylül darbesinden sonra özgür düşünen herkes hapishanelere giderken, talimatla yayın yapan medya o günlerde bir şartlanmanın aracı olarak kullanıldı. Şimdi ise bizim için yerel medya, yerel kanaat önderleriyle birlikte aslında toplumdaki bilinçlenmenin doğrudan adresidir."
"EN ERDEMLİ SÖZ KİMDEN ÇIKTI?"
Özgecan Aslan'ın öldürülmesinin ardından yapılan yayınlara değinen da Davutoğlu, şunları söyledi:
"Özgecan Aslan'ın katledilmesi, hatta masum bir genç kız olduğu için şehit edilmesi üzerinden uyanan kamuoyuna dikkatinizi çekmek isterim. Yerel medya, ülkede bilinçli şekilde kadına yönelik şiddete karşı duran herkes bu anlamda ortak bir tavır içine girdi. Ancak, en erdemli söz kimden çıktı? Düşünürlerden, köşe yazarlarından, ulusal alanda bu acı olayı istismar etmek isteyen muhalefet partilerinden ya da belli büyükşehirlerde, sokaklarda yürüyenlerden değil, bu kızımızın babasından geldi en erdemli ses. Hiçbir intikam duygusu taşımadan, hiçbir olumsuz düşünce taşımadan, öylesine güçlü mesajlar verdi ki. İşte Mersin'in yerelindeki o belki de bu acı olay hiç yaşanmasa ismini hiç bilmeyeceğimiz Mehmet Aslan bence yakın dönem Türk kültürünün, irfanının en önemli sözcüsü oldu. Bunun için çok kitap okumak gerekmez, her gün bir köşe yazmak da gerekmez, her gün televizyonlarda ahkam kesmek de gerekmez. Fakat işte bir irfan sesi, bir anda bütün ülkede yankı buldu. O acıyı yaşayan baba, o irfanla konuşurken, annesiyle bizzat konuştum, vakur bir şekilde benimle konuşurken, anamuhalefet partisi genel başkanı ve birçok siyasi kesim, buradan yine AK Parti iktidarına fatura çıkarmaya kalktı."
"İLK ULUSLARARASI SÖZLEŞMEYE İLK İMZAYI BİZ ATTIK"
Başbakan Davutoğlu, Özgecan'ın acısını yüreklerinde derinden hissettiklerini, anında aileyle irtibata geçtiklerini, hala "ne yapılabilir" diye Bakanlar Kurulunda ve ilgili bütün kurumlarda çalışma yaptıklarını anlattı. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası sözleşmenin, Türkiye'nin öncülüğünde, Türkiye'yi temsilen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanlığı yaptığı sırada, 2011'de çıkarıldığını anımsatan Davutoğlu, "Adını da İstanbul Sözleşmesi koyduk, ilk imzayı bizzat biz attık, ilk kanuni çalışmayı da Nisan 2012'de biz yaptık" dedi.
Türkiye'de kadına yönelik şiddet konusunda hem hukuki hem de kurumsal alanda en önemli adımları kendilerinin attığını dile getiren Davutoğlu, bunu da bir siyasi prim aracı olarak görmediklerini ifade etti. Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:"Kadınlarını koruyamayan bir toplumun, çocuğun koruyamayan bir toplumun geleceğini inşa etmesi mümkün değil. Samimiyetle buna inandık ama bir anda dikkat edin, medyada da toplumda da iki tavır ortaya çıktı. Bir, acıyı derinden hissedip bunu aileyle, toplumla paylaşarak bunun üzerine bir bilinçlendirme yapmaya çalışanlar, diğerleri ise yeni bir fırsat ortaya çıktı, bunu istismar ederek, hükümeti, AK Parti'yi yıpratmaya çalışanlar veya belli anlayışlara dayalı olarak, geleneksel kültürümüze dönük yorumlar yapmaya kalkışanlar."
SEFERBERLİK ÇAĞRISI
Davutoğlu, yerel medyanın ise bu konuda her zaman olduğu gibi vakur bir tavır koyduğunu dile getirerek, yerel medyaya şu çağrıyı yaptı: "Şimdi sizden ricam şu; lütfen bütün yayınlarınızda şiddete karşı seferberlik ilan edin. Bunu nasıl en iyi şekilde yapacağınızı siz iyi bilirsiniz. Özellikle kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda yerel medyayı bir seferberliğe çağırıyorum. Her yerde, Van'dan İzmir'e, Batman'dan Edirne'ye burada bu salonda olan bütün yerel medya temsilcilerimize bir anlamda çağrıda bulunuyorum. Gelin, hükümet olarak ilan ettiğimiz bu seferberliğe sizler katılın. Bunun en güzel siyaset dilini birlikte geliştirelim. Anadolu'nun ve Trakya'nın her köşesinde şu anda bizleri izleyen vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum. Her şey aslında ailede başlıyor. Vatandaşlarımıza ailenin reisi olarak görülen baba veya eşe sesleniyorum, hanımlarınıza muhabbetle bakınız. Hanımlar beylere muhabbetle baksın ve birlikte çocuklarını muhabbetle yetiştirsinler. Ailede şiddet ve nefret görmemiş bir çocuğun daha sonra bunu geliştirmesi imkansızdır."
"ŞİDDET, NEFRET DİLİNE ORTAK TAVIR SERGİLEYELİM"
Öfkeyi, şiddeti yerle bir edecek olanın tebessüm ve tebessümün arkasındaki zihin ve gönül olduğunu belirten Davutoğlu, "Tebessümü, selamı yaygınlaştıralım ve kim şiddet dili, kim nefret dili kullanırsa ona karşı ortak tavır sergileyeyelim" dedi. Annesinin sık sık, Konya ağzıyla "Erkeğin keli (kötüsü) kadın döver, kadının keli, (kötüsü) çocuk döver" dediğini anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:"Biz evimizde geleneksel, yerel bir kültürden geldik. Anadolu kültürünün içinden yetiştik, şiddet görmedik. Kadınlara el kaldıran, bu anlamda namertlerin en namerdidir. Dışarıda yapamadığı, gösteremediği yiğitliği evinde kaba güçle göstermeye çalışan ya da başka yerde gösteremediği yiğitliği, işte Özgecan kızımızda olduğu gibi arabasına binen bir genç kıza göstermeye çalışan mert olamaz, namerdin ta kendisidir. Mertlik öfkeyi bastırabilmektedir. Aynen Özgecan'ın babasının yaptığı gibi. Mertlik gönül genişliğindedir, aynen Özgecan'ın annesinin yaptığı gibi. Ama buradan hareketle ülkede karşıtlık çıkarmak isteyen ve bir anlamda aynen Gezi Olaylarında olduğu gibi ağaç, halbuki ağaç hepimiz için büyük değerdir, hepimiz ağaca saygı gösteririz, 14 kadar ağacın yer değiştirmesi dolayısıyla ağaç üzerinden bir şiddet ortamı çıkarmaya çalışanlar gibi, Özgecan'ın acısı üzerinden bir karşıtlık ortaya çıkartmaya çalışanlara en güzel cevabı Özgecan'ın annesi ve babası vermiştir. Sizler bu sese sahip çıkın ve bu kültürü her yerde yaygınlaştıralım."
"ÇÖZÜM SÜRECİ BİR GÖNÜL SEFERBERLİĞİDİR"
Çözüm Süreci için de seferberlik beklediğini dile getiren Davutoğlu, sürein bazılarının iddia ettiği gibi "mekanik bir müzakere süreci" olmadığını söyledi. Çözüm Süreci'nin kendileri için "asırlarca bir arada yaşamış kardeşler arasındaki kardeşliği ezeli ve ebedi kılacak olan bir gönül seferberliği" anlamına geldiğini kaydeden Davutoğlu, "Biz iktidar olmadan önce Kürtçe konuştuğu için tahkir edilen, hapishaneye gittiğinde kendi ana lehçesiyle, diliyle, oğluyla konuşamayan annelerin acısı üzerinden yaşanan o trajedileri yok etmek için benimsenmiş ve mutlaka başarıya ulaşacak olan bir gönül seferberliğidir" şeklinde konuştu. Bunu, bazı kesimleri memnun etmek ya da bir şekilde tatmin etmek için ortaya koymadıklarını ifade eden Davutoğlu, 2005'te Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasından bu yana adım adım inşa ederek, tekrar Türkiye'yi bütünleştiren bir siyaset ahlakının, bir yeni kültür anlayışının yaygınlaşmasına önem verdiklerini vurguladı.
"HANGİ DİL NEFRET ÜRETİYORSA, O BİZİM DİLİMİZ DEĞİLDİR"
Dillerin hepsinin güzel olduğuna işaret eden Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: ''Feqiye Teyran'ın güzel Kürtçesi ile Yunus Emre'nin güzel Türkçesi arasında bir fark yoktur. Eğer bir dil muhabbet üretiyorsa, eğer bir dil sevgi dili haline dönüşebiliyorsa, o dil her yerde güzeldir, kim konuşursa konuşsun güzeldir. Ancak bir dil, hangi dil olursa olsun, nefret üretiyorsa, şiddet üretiyorsa, o dil her yerde ve kim tarafından kullanılırsa kullanılsın çirkindir ve bizim dilimiz değildir. Hazreti Peygamber de Arapça konuşuyordu, Ebu Cehil de Arapça konuşuyordu. Hangi dili konuştukları değil neyi tebliğ ettikleri önemliydi. 12 Eylül'ün bildirileri de Türkçe yayınlanıyordu, Yunus Emre'nin şiirleri de ya da 2002'de Türkiye'de demokrasinin önünü açan AK Parti'nin bildirisi de Türkçe yayınlandı. Burada önemli olan, hepimizin sahip çıkması gereken şey muhtevadır ve güzel dillerimizi muhafaza etmektir."
"ÇÖZÜM SÜRECİ KONUSUNDAKİ TUTUMUMUZU SÜRDÜRÜYORUZ"
Çözüm Süreci'nde ne zaman önemli bir aşamaya gelinse bunun engellenmeye çalışıldığını anlatan Davutoğlu, Oslo süreciyle ilgili bir çok komplolar tertip edildiğini, son olarak tam yasal düzenleme yapıp, Çözüm Süreci'nde ivme kazanılacakken, 6-7 Ekim olaylarının başlatıldığını söyledi.
"Israrla ve kararlılıkla çözüm süreci konusundaki tutumumuzu sürdürüyoruz" diyen Davutoğlu, yerel medyaya seslenerek, şu ifadeleri kullandı: "Sizden talebimiz, beklentimiz, hangi şehirde olursanız olun, ister Türkiye'nin doğusunda, ister batısında, ister kuzeyinde, ister güneyinde Çözüm Süreci'ne, Milli Birlik Projesi'ne sahip çıkın. Bunu baltalamak isteyenlere, Türkiye'de Türk, Kürt, Alevi, Sünni ayrımı yapmak isteyenlere karşı en yüksek gür sada yerel ve yerli medyadan çıkmalıdır ve çıkacağına da ben inanıyorum. Sizler eğer bu davaya sahip çıkarsanız, Türkiye'yi parçalamak, sadece ben parçalamaktan kastım kimsenin haddi değildir Türkiye'nin bölünmesi coğrafyasında onu kastetmiyorum sadece. Aynı apartmanda yaşayan bir Türk, bir Kürt, bir Alevi, bir Sünniyi birbirine neredeyse hasmane bakan komşular haline getirmek de bu ülkeyi parçalamaktır. İstanbul'da Ankara'da aynı apartmanda bakarsınız, Balkan muhaciri, Kafkas muhaciri, Diyarbakırlı, İzmirli birarada yaşar. Bu bilincin yaygınlaşması için sizlere güveniyoruz.''
Evlerinde kendilerini izleyen vatandaşlara da seslenen Davutoğlu, "Lütfen yarın sabah karşılaştığınız herkese selam verirken, nasıl acaba bu selam verdiğim ve selam aldığım Türk müdür, Kürt müdür, Alevi midir, Sünni midir diye düşünmüyorsanız, bundan sonra da hiçbir zaman bu tür ayrımlar üzerinden, Türkiye'yi bölmeye çalışanlara prim vermeyin. Komşunuz farklı bir dildense özellikle ona selamla mukabelede bulunun, farklı bir bölgedense selamla mukabelede bulunun ve her yeri bir kardeşlik mekanı haline birlikte dönüştürelim''
DAVUTOĞLU, 6-7 EKİM'DE YURT GENELİNDE YAŞANAN OLAYLARI HATIRLATTI.
Olaylarda ortaya çıkan görüntülerin Türkiye'ye, ülkenin derin irfanına yakışmadığını belirten Davutoğlu, "Yakılan binalar, Kur'an kursları, devlet daireleri, belediye otobüsleri, molotofkokteyliyle tahrip edilen arabalar, Diyarbakır'da 4. kattan atılan Yasin Börü ve arkadaşları, gencecik hayatını kaybeden o yiğit Diyarbakırlılar" diye konuştu.
Başbakan Davutoğlu, Gezi olaylarında yaşananların da hatırlanmasını isteyerek, "Sıradan bir toplantı ve gösteri özgürlüğü müydü" diye sordu. Söz konusu dönemde oluşturulan ortamı anımsatan Davutoğlu, şunları söyledi:"Düşünün İsrail'de onlarca gazeteci öldürüldü haber olmaz, bu olaylar esnasında uluslararası medya bulundukları yerlerden savaş yayını yaptılar. Çünkü gerçekten Türkiye'de savaş çıksın istiyorlar. Aynen Suriye ve Irak gibi Türkiye kaosa girsin istiyorlar. Eğer AK Parti ve Sayın Cumhurbaşkanımız başbakanken gösterdiği direnç Gezi olaylarında, bizlerin Kobani olaylarında gösterdiğimiz direnç ve kararlılık olmamış olsaydı birileri Diyarbakır sokaklarını Halep sokaklarına döndürecekti. O güzelim Halep'in tarihi camileri nasıl yıkılmışsa birileri Diyarbakır'da aynı senaryoyu uygulamak istiyorlardı. Aynı senaryoyu Van'da, Mardin'de, Siirt'te uygulamak istediler. O görüntüleri gördükten sonra herhangi bir vicdan sahibi kişi, bu görüntülerin arkasındaki zihniyeti, bu görüntülere yol açan yaklaşımı benimseyebilir mi, bunu savunabilir mi? Buradan hareketle Türkiye'de molotofkokteyline özgürlük çağrılarında bulunabilir mi?"
"TEK SÖYLEDİKLERİ, TÜRKİYE POLİS DEVLETİ OLUYOR"
"İç Güvenlik Paketi"ne ilişkin görüşmelerin Meclis'te devam ettiğini, görüşülmeleri bilinçli şekilde iki defa uzattıklarını hatırlatan Davutoğlu, kendisinin de "kimin eteğinde bir taş varsa heybesinde bir düşünce varsa ortaya koysun" diye iki defa çağrıda bulunduğunu vurguladı. "Kimin özgürlüklerin korunması ve İç Güvenlik Paketi'nin şu maddesi AB standartlarına, evrensel insan haklarına aykırı diye bir iddiası varsa bunu getirsin tartışalım" diyen Davutoğlu, geçen iki haftaya rağmen hiçbir teklifle gelinmediğini belirtti. Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Tek söyledikleri, 'Türkiye polis devleti oluyor'. Neden polis devleti oluyormuş gelin hep beraber bakalım. Molotofkokteyline ceza geliyormuş. Peki molotofkokteyli toplantı ve gösteri esnasında niye ihtiyaç hissedilen bir şeydir. Kalem değil bu. Bir pankart da değil. Bir fikir de ifade etmiyor, mikrofon da değil, molotofkokteylinden bahsediyoruz. Kokteyl olarak ikram edilen bir içecek de değil, bu insanları yakmak, binaları tahrip etmek için özel olarak üretilmiş bir malzeme. Bu malzeme Avrupa'nın her ülkesinde yasaktır."
Molotofkokteylinin ABD'de de yasak olduğunu vurgulayan Başbakan Davutoğlu, söz konusu ülkelerde bununla ilgili verilen cezalara ilişkin de bilgi verdi. "Kimse de İngiltere'nin, Avrupa'nın, ABD'nin polis devleti haline dönüştüğünü iddia etmedi" ifadesini kullanan Davutoğlu, şöyle devam etti:"Neymiş efendim burada özgürlükleri daraltan husus, polise 24 saat gözaltında tutma yetkisi verilmesi, savcılıkla bunun 48 saate çıkacak olması. Şu anda polisin gözaltında tutma yetkisi yok. İyi niyetle bu reformları getiren yine biziz. Ama Kobani olaylarından sonra ortaya çıktı ki bu açık bir şekilde istismar ediliyor ve molotofkokteyli kullanan ya da bonzai taşıyan birisi yakalansa polis hiç gözaltında tutmadan savcılığa sevk edebiliyor, savcılık da eğer o anda ortada bir açık delil yoksa ki bazen o delilin ortaya konulması vakit alıyor, suçlu bir kapıdan giriyor karakolun diğer kapıdan çıkıp tekrar suç işlemeye devam ediyor. O 24 saat, 48 saat o esnada hukuki tahkikatın yapılması için ihtiyaç hissedilen bir süre."
"ONLARIN MESELESİ ÖZGÜRLÜKLER DEĞİL,"
Gözaltı sürelerine ilişkin diğer ülkelerden örnekler veren Başbakan Davutoğlu, İngiltere'de polisin 36 saat sebep göstermeden gözaltında tutma yetkisinin olduğunu vurguladı. Almanya'da polisin 24 saati muhafaza amaçlı, 72 saat adli amaçlı tutabildiğini dile getiren Davutoğlu, "Demokratik Almanya'da bu oranlar hiç kimse tarafından 'polis devleti' olarak yorumlanmıyor" dedi.
Başbakan Davutoğlu, İtalya'da polisin 24 saat, savcının 96 saat gözaltında tutma yetkisinin olduğuna dikkati çekerek, İspanya'da polisin 3 gün, Danimarka'da 4 gün gözaltında tutma yetkisinin bulunduğunu söyledi.
Belçika'da ise polisin 2 gün gözaltı yetkisinin olduğunu ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdü: "Biz ise ne diyoruz bu yasayla? Polis 24 saat tutabilsin, savcı bunu 48 saate kadar uzatabilsin. Bu şu anda Avrupa'daki en düşük süredir, Fransa ile birlikte. Ben bunu birkaç kere tekrar ettim, Kılıçdaroğlu'dan, Bahçeli'den, Demirtaş'tan ses çıkmadı. Çünkü onların meselesi özgürlükler değil, onların meselesi demokrasi değil. Onların meselesi bir an önce seçime giderken ülkeyi kaos ortamına sokmak ve bu kaos ortamında AK Parti'nin zaaf göstermesine dayalı bir strateji uygulamak. Kobani olayları olurken kamu düzeni konusunda biz çok derin bir hassasiyetle davranırken Bahçeli, Kılıçdaroğlu, 'ülke elden gidiyor niye sokaklara hakim değilsiniz' diye tabiri caizse yaygara yapıyorlardı. Ama şimdi bunun hukuki zeminini kurmak, oluşturmak için yaptığımız bu yeni düzenlemeye de onlar karşı çıkıyor. Ve ilginç bir şekilde, birbirleriyle hiçbir konuda uzlaşmayan, uzlaşması mümkün olmayan, Meclis'te yan yana oturmalarını hep takdir ettik ama yan yana otururken bile dönüp birbirine bakmayan MHP ile HDP bu kanuna karşı çıkma konusunda anlaşıyor. Bu da bizim doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Ülkeyi kutuplara çekmek isteyen iki parti eğer bir hususta anlaşmışlarsa demek ki biz aslında ülkeyi bütünleştirme yönünde adım atıyoruz demektir. Bu yasayla bizim hedeflediğimiz yegane şey insan haklarına dayalı olarak özgürlüklerin rahatlıkla uygulanabilmesini teminen güvenlik ortamının sağlanmasıdır. "