Kıyısı gökyüzü olan özgür denizlere benzemek…
Yıldızın çadıra kaydığı yerde, karanlık kaderin gökten ışık istediği muratta, avazın çalındığı tellalda, kuru ekmeklerin avuçlarda nasır yapmadığı kanaatte, bakışın bakıştan merhamet istemediği alacakta, simsar kalabalığın çeviremediği ucuzlukda, kelime kalabalığının ikna edemediği izanda, yemen vedasında vagonda değil, kara tren dumanında yer bulanların güzü…
Kıyısı gökyüzü olan özgür denizlere ne çok benzemekteyiz… Gel ki artık, bükülünce hilale benzemiyoruz ya neyse!.. Önem estek ehem köstek. Işığın soyundurduğu, karanlığın giydirdiği bir dünyadayız. Özellik yalan, özgelik yalan, özgürlük yalan… Kitaplar insan boyundaki kürdanlarla dişlerini karıştırmakta. Yaşamak deniyor ya!.. O akla şaşan çok!.. Bu yaşamak değil oyalanmak, diyenler arasındayız… Aşağı yürürken kolayını bulanlardan, aşağı yürürken yuvarlanmak diyelim buna. Ve yukarı yürürken kiralık sırt bulmak… Dikkat edin, ceketlerin ekseriyeti eyere benzemiyor mu?
Şimdi kime ne diyesin?..
Kalemi çağırdım en son; kırata toz mu çizer, bağra taş mı, dize su mu?.. Kalem ancak kader mahkumu taşıyan kervanlar çizmeyi sever.
Göz kapakları bozkır çadırı kadar iri, kirpiklerinden otağ örülür katırlar bu derdin yükünü taşır mı acep?.. Kayan yıldızları toplayan kervan; mihrini verip acep kıyar mı nikahını ölü Belkız’ın?..
Tökezleyen ihtiyar, bu asa bu sebeple mi zabit kaleme benzer? Gök kuşağın renkleri cirit çubuğu yapmış delikanlılar, cirit oynayan delikanlılar. Bu ciridin ucu hangi yüreğe batar?
Güneşin avuçlarına su bardağı koyan deliler siz misiniz?
Be hey yoksul bezirgan, be hey yokuş artığı ölü murat, be hey ışığı reddetmiş hüzün soğuğu şarkı, acep yükün ben miyim pazarı olmayan… Neşe, şiir, tebessüm? Acep yüklerini nereye döker konmayan kuşlar?..
Akıllı suç, deli ceza!..
Göle bakıp kuruyan gönül, cepleri kabir derinliğinde örülü gönül, yumrukları taş gönül.. Hele şu hengameye bak? Minareyi kamçılayan ezana aldırmamak olur mu, hiç şarkılarımıza benzemiyor!..
De ki; haz kiri taşımayan ıssız kürsülerde, her suç hakikatin olsa da, temyiz Allah’ın!..
Son yokuşların adı yok..
Anlam; yetim çocuk karalamasında bir kaç dolaşık çizgiden ibaret. Şuur eski handa ahşap sütuna sinmiş ayran lekesi..
Bir anlayan çıksa; şu deli çeşme yıkanacak günaha kulak verse.. İsmail'in dudağını arayan oluk da, Karacaoğlan'a saz olmayı bekleyen dut da.. Tüm susuzlar!..
Halin izahı; ışık dolaşığı, uyku bulaşığı, falan feşmekan erdem komiği karagöz bey, matuşka yenge !..
Kötüyü herkes tanır da iyiyi tanımak kötü oldu.
Nete bakanı güneş, karanlığa bakanı ay besler.
Bütün saklıların kıyısına atıldığı ada insan. Doğru ve iyi o kadar küskün ki; tüfek gagalı ebabiller asırlardır ötmedi. Yiğit olacaklar ya miras yetimi oldu, ya gölgesiyle kadeh tokuşturan ayyaş… Akıl bedava meyhanesi gibi insanların... İnsanları sinekle karıştırmasın ne yapsın şah kurbağa?
Bu felsefelerde cennet yok şüphesiz!..
Bu fikrin şehrinde cennet adlı sokak yok!..
Hızını alamayan mihraba çarptı..
Çiçek çingeneden, ses kümesten, ahkam merihten. . Hadi gülelim!.. Tebessüm öyle komik bir yarasa ki, kanarya ötüşlü ve pahalı.
Ağır molla, ahali holla, koro heyamola!..
Ne söyleyeyim bu güz feleğine!.. Yaprakları beyaz değildi ki boyayasın... Başkaları öksürdükçe o kurumuş!.. Maymun belgeseli izlerken bir anda aslan olmaktan vazgeçen insanların dünyası.
Akıl gözlük takmış sapan , yürek yere düşmeyen taş!..
Bir de tabi aksiyonerler var!.. Çömelerek taş almaya çalışanlar, çömeldikleri yerde kalanlar.. Çömeldikleri boyda kalanlar...
Ey ırağın efendisi, ey karanlığın koyuluktan arındığı yakın, ey ışığın şeffaflıktan arındığı uzak, ey yanında ama yakınında olamadığım dağ, ey şeytanın ihtiras küresi baş, ey günahını saklayan iri balık, ey Süleyman'la tanışmamış köstebek, adını sıla koyan gurbet, telini sırat olmak için veren saz, gülünü kan koksun diye murada veren namlu, teneşire yağmam diye direten bulut, sedyeden kayan şehir, ayağa kalkmaya çalışan nehir, ey uzaklarım ve yakınlarım, ölü kuş cennetlerim ses verin artık!..
Efendi ekilenler kelek çıktı. Vazgeç be deli gölge, bu gelin düğün yapılamayacak kadar çirkin, ömür neşeden hızlı, mum tabağından daha esmer!..
Zeybeğin pantolonu kısa, dadaşın yakası kapalı... Bu nehir bu avuçları doldurur mu bilemem!..
Vesselam!..
Sen gözyaşı nehri, iyisi mi sen yine güneşe doğru ak dur!..