Paris’e yılda 72 milyon turist geliyormuş. Sen Nehri üzerindeki 3 Alexander Köprüsü’nden geçip Şanzelize’ye geldik. Oradan Concorde Meydanı’na geçtik. Bu meydan Fransız İhtilâli’nde önemli bir rol üstlenmiş. Beyazlar giyen kalabalık 14 Temmuz günü bu meydanda toplanmış, ihtilalden sonra da on binlerce insan bu meydanda giyotinle idam edilmiş.
Yolumuzun üzerinde Napolyon’un Mısır seferinden getirdiği Dikilitaşı gördük. Ulusal Meclis Binası’nın üstünde bayrak dalgalanıyordu. Eğer, başkan görevi başında ise Meclis Binası’nın tepesine bayrağı asıyorlarmış. Solumuzda Luvr Sarayı ve Luvr Müzesi vardı. Müzenin önünde 700 m uzunluğunda uzun bir duvar bulunuyordu. Solumuzda yapımı 173 yıl süren Notre Dame Kilisesi vardı.
Daha sonra yeni köprüden geçtik ve aracımızdan indik. Farklı mimari yapısıyla bir bina gördük. Binanın dışarısı sanayi tesislerini hatırlatan borularla kaplanmıştı. Rehberimiz buranın kütüphane olduğunu söyleyinceye kadar binanın sırrını çözememiştik.
1971-1974 yılları arasında yapılmış olan Centre Pompıdou isimli bu kütüphaneye haftada 2000 çeşit gazete ve mecmua kitap geliyormuş. Binanın içerisinde kullanılan tesisat sisteminin dışarıya yansıtılmış olduğu bu kütüphane mimarı yapısıyla çok ilginçti.
Bu arada parkta yatan mültecilere rastlayınca ülkemizdeki Suriyelileri hatırladık. Yolumuzun üzerinde 80 000 kişilik Fransız Milli Takım Stadyumu’nu gördük.
İtiraf etmek gerekirse hayal ettiğimiz bir Paris’le karşılaşmadık. Şehir temizliği hiç iyi değildi. Bizim alışık olduğumuz görüntülerle karşılaşınca ciddi bir hayal kırıklığı yaşadık. Yerlerde ki poşetler, çöpler Paris’e yakışmıyordu.
18.08.2018 Cumartesi sabah erkenden Paris turumuza başladık. İlk önce Sen Nehri kıyısına geldik. Manzara çok güzeldi. Etrafta spor yapanlar vardı.
Paris’in sembolü Eyfel Kulesi’ne geldik. Güvenlik çok sıkıydı. İki aramadan geçtikten sonra Eyfele gelebildik. Ön tarafta bu kuleyi yapan yatırımcı mühendis Eyfel’in heykeli bulunuyordu. Kuleye çıkışlar 16 ve 25 Euro karşılığında yapılıyordu. Asansörle çıktığımız kuleden Paris’i seyretmek harikaydı.
Kuleden indikten sonra Sen Nehri turuna katılmak için yürümeye başladık. Kulenin yakınlarında çoğunluğu zencilerden oluşan bizim üç kağıtçı diye tabir ettiğimiz uyanıklar “Bul karayı, al parayı” dediğimiz bir düzenle turistlerden para çekiyorlardı. Hediyelik eşya satan seyyar satıcıların çokluğu dikkat çekiciydi. Bunlar ekseriyetle Eyfel maketi, parfüm, cüzdan ve çanta satıyorlardı.
Kulenin gece aydınlatılması ise görülmeğe değerdi.
Kısa süreli ışıklandırılan Eyfeli seyretmek çok zevkliydi. Bu anı görüntülemek için binlerce turist alanı doldurmuştu.
Su çok pahalıydı. Küçük bir şişe suya 3 Euro vermek hepimize zor geliyordu.
Sen Nehri turu çok büyüleyiciydi. Gemide her ırktan turistler vardı. Yaz günü kışlık giysileri ile dolaşan Malezyalıların bu tercihleri çok tuhafımıza gitmişti.
Bu turda Paris’in ünlü kültür eserlerini bir kez daha gördük. Gemiden indikten sonra Concorde Meydanı’na geldik. burada Tuileries Bahçesi vardı.
Sen Nehri üzerindeki köprülerde diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kilitler asılıydı. İnanca göre kapatılan kilitlerin anahtarları nehre atılıyormuş. Öyle bir an gelmiş ki köprü üzerindeki kilitlerin ağırlığı 45 ton civarına ulaşmış. Kilitler köprü için risk oluşturduğundan temizlik yapılmış.
Fransa’nın kadın kahramanı Jan Dark’ın heykelini gördük. Bilindiği üzere Jan Dark İngilizler tarafından kafir ilan edilip yakılarak öldürülmüş daha sonra Fransızlar tarafından kutsal azize ilan edilmiş önemli bir kahraman.
Konuyu anlatan rehberimizin “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan mutlak bir İngiliz geçmiştir” sözü çok anlamlıydı.
Halkının % 90’nı katolik olan Fransa’da 5000 civarında aziz ve azize bulunuyormuş. Her meslek grubunun ve çocukların koruyucu azizleri varmış. Aziz Simon gezginlerin koruyucusuymuş.
Fransa’da yarı başkanlık sistemi ile idare ediliyor. Korumalarından birinin vatandaşı darp etmesinden dolayı başkan soruşturma geçirmiş. “Manu” lakabıyla anılan başkan agresif biriymiş. Başkan Emmanuel Macron kendisine “Ey Manu” diyen genci “Bana cumhurbaşkanım demelisin” diyerek azarlamasıyla biliniyor.
Gezimizin bu bölümünde Paris’in meşhur Ressamlar Tepesi diye de bilinen Montmartre Tepesi’ne gittik.
Tepeye, fenükiler denilen teleferikle çıktık. Yolumuzun üzerinde yine üçkâğıtçılar hünerlerini sergiliyorlardı. Hediyelik eşya satanlar ve etraftaki hareketlilik İstanbul’daki Mahmut Paşa’yı bize hatırlattı. Tepede, yapımına 1875 yılında başlayan ve 1914 yılında bitirilen Kutsal Kayıp Kilisesini (Sacrecour Kilisesi) gördük. Fransızlar bu kiliseyi aralarında topladıkları parayla yaptırmışlar. Neo Bizans tarzı olan bu kilisede 450 m2 İsa mozaiği bulunuyordu.
Bir birinden maharetli onlarca ressamın eserlerini ve sanatlarını sergiledikleri bu tepe çok renkli ve hareketliydi.
Ressamlar yaptıkları eserleri sergilerlerken bir yandan da turistlerin portrelerini yapıyorlardı.
Ressamlar tepesiyle ilgili anlatılan ilginç bir hikaye vardı.
1730’lu yıllarmış. Üzüm bağlarının bulunduğu bu tepede üç genç içki içip eğleniyorlarken önlerinden bir cenaze geçmiş. Adet üzere cenaze geçerken ayağa kalkıp elleri bağlayıp cenazeye karşı bir saygı gösterilmesi gerekirken bu üç genç hiç keyfîlerini bozmamışlar ve ayağa kalkmamışlar.
Bu olaydan birkaç gün sonra şiddetli bir yağmur yağmış ve peşinden gelen yıldırım Hz. İsa heykelini parçalamış.
Halk bu durumu üç gencin saygısızlığına bağlamış. Neticede bu üç gençten ikisi özür dileyerek kendilerini kurtarmış diğer genç ise, ”Ben, tanrı tanımaz biriyim, onun için özür dilemeyeceğim” demiş.
Gence işkence yapmalarına rağmen onu bu fikrinden vaz geçirememişler ve sonunda genci bu tepede idam etmişler. Genç idam sehpasında “Benim gibi centilmen bir genç ne yaptı ki ona bu idamı reva görüyorsunuz“ diyerek son sözünü söylemiş.
Fransız İhtilali’nden sonra kiliseler kapanıp, ateizm yükselince bu gencin ismini 1875 yılında tepede yapılan kiliseye vermek istemişler. Bu fikre itirazlar gelse de sonunda uzlaşma sağlanmış ve bu tepedeki bir caddeye “Rue Du Chevalier” ismi verilerek gencin hatırasını yaşatmışlar.
Ressamlar tepesinde güzel bir gezinti yaptıktan sonra tepeden aşağı yaya olarak indik ve aşağıda sevimli bir pastanende oturup yorgunluğumuzu giderdik.
Paris oldukça pahalı bir şehir. Merkezde 50 m2 bir dairenin fiyatı 960 000 Euro civarındaymış. Tuvaletler bir Euro ile kullanılıyor yani bizim para ile yaklaşık yedi TL ediyor.
Kafilemizle buluştuktan sonra meşhur Şanzelize Caddesi’ne geldik. 2 km boyundaki bu caddenin bir ucunda Zafer Takı diğer ucunda ise Concorde Meydanı bulunuyordu.
İlk önce Zafer Takına gittik. Takın altında sönmeyen ateş vardı.1’inci Dünya Savaşı’nda ölen meçhul bir askerin mezarı buradaydı.
Zafer Takı 30 yılda tamamlanmış 45m yükseklikte ve 23 m enindeymiş.
İki km uzunluğunda ki Şanzelize ünlü markaların yer aldığı bir caddeydi. Samimi olarak söylemeliyim ki bizim İstiklal Caddesi buradan daha hareketliydi ve renkliydi. Caddede lüks lokantalar ve pastaneler, mağazalar vardı. Cadde Arap ve Çinli turistlerle doluydu. Adım başı rastladığımız Suriyeliler ise dilencilik yapıyorlardı. Bu manzaralar insanlık ve Müslümanlık adına utanç vericiydi.
Karnımızı bir Lübnan Lokantasında doyurduk. Üç porsiyon dönere 54 Euro ödedik. Yaklaşık 360 TL eden bu hesapla Türkiye’de 15 porsiyon döner yiyebilirdik diye aramızda espri yaptık. (Devam edecek…)